Site icon Alomaliye.com Güncel Mevzuat, Muhasebe, Ekonomi, Vergi, SGK Haberleri

Devlet Anlayışında Ortaya Çıkan Değişikliklerin Sonucu Olarak Vergilemeye Yüklenen Fonksiyonlar

Vergilemeye Yüklenen Fonksiyonlar

Dr. Mehmet Özkara
Öğretim Görevlisi
Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
mehmetozkara@anadolu.edu.tr

Devlet yüzyıllardan beri var olan sosyal bir olgudur. Devletin tanımı noktasında siyasal bilimciler ve sosyal düşünürler sürekli “devlet nedir” sorusuna cevap aramışlardır. Devlet konusundaki kavram ve tanımların çeşitliliği, anlayış farklarından meydana gelmektedir (Toprak, 2000:4). Çünkü devlet, insanlık tarihinin belli aşamalarında ortaya çıkmış ve bu aşamalar içinde şekillenmiştir. Tarihin değişik dönemlerinde devletin tanımlanmasında farklılıkların olması da devlete yüklenen görev ve fonksiyonlardaki değişmelerden kaynaklanmaktadır. Günümüz çağdaş devlet tanımı bu tarihsel süreç içerisinde anlamını kazanmıştır. Zira devlet tanımlaması yaşanan çağın özelliklerine, siyasi ve idari yapısına, ideolojik yaklaşımlara göre farklı şekillerde yapılmıştır. Günümüzde devlet, insanların toplum yaşamında başvurdukları bir örgütlenme biçimi ve siyasal bir organizasyon olarak tanımlanmakta ve ulusal sınırlar içerisinde yaşayan insanların ortak nitelikteki gereksinimlerini karşılamak devletin temel amacı olarak kabul edilmektedir (Güneş, 2005:1).

Doğal olarak devlet kendinden beklenen görevleri gerçekleştirebilmek için belirli mali kaynaklara ihtiyaç duyacaktır. Devlet, kamu hizmetlerinin finansmanı için ihtiyaç duyduğu gelirleri çeşitli şekillerde sağlayabilir. Tarihi gelişim sürecinde, önceleri mal ve hizmet şeklinde ayni olarak ödenen mali yükümlülükler sık sık görülmesine rağmen, günümüzde kamu gelirleri parasal olarak tahsil edilmektedir. Kamu gelirlerinin başlıca kaynakları, devletin vergileme yetkisine dayanarak zorla tahsil ettiği vergiler, harçlar, şerefiyeler, resimler vb., ile özel iktisadi faaliyetler, borçlanma, emisyon vb. yollardan sağlanan gelirlerdir. Çağdaş devletin mali sistemini oluşturan bu çeşitli kaynakların en önemlisi vergilerdir. Bu nedenle vergi devamlı ilgi konusu olmuş ve tarihsel gelişim içinde vergilemenin niteliğinde, amaç ve fonksiyonlarında yeni koşullara yön verme zorunluluğundan kaynaklanan değişimler meydana gelmiştir.

Adam Smith, David Ricardo gibi klasik iktisatçılar liberal anlayışın hakim olduğu  bir devlet tasarlamışlar ve ekonominin kendi haline bırakılırsa en iyi şekilde işleyeceği fikrinden hareketle devleti ekonominin dışına itmişlerdir. Bunlara göre devlet, ekonomik ve sosyal amaçlı müdahalelerden kaçınarak kamu harcamalarını düşük tutmak ve bütçe dengesini sağlamak durumundadır. Bu anlayışa göre devlet sadece emniyet, adalet, vb. asli görevlerini yerine getirmek amacıyla vergiye ihtiyaç duyabilir. Klasik anlayış, devlete yüklediği görevler itibariyle vergilerin de tarafsız ve sadece kamu harcamalarını karşılamak amacına yönelik olmasını savunmuştur (Muter, 1999:48-50).

Klasiklerin devlete atfettikleri görev “jandarma devlet” görevidir. Zorunlu bir fena olarak gördükleri devlet; güvenlik, savunma adalet ve diplomasi görevlerini yerine getirecek ve hiçbir suretle piyasaya müdahale etmeyecektir. Devlet sınırlı bir alanda mal ve hizmet üreteceği için harcamaları da bu çerçevede sınırlı kalacak ve bu harcamaların finansmanında özel kişi ve kuruluşlardan az miktarda vergi alacaktır (Eker vd., 1994:22).

Klasik iktisatçılar maliye politikası aracı olarak küçük denk bütçeden yanadırlar. Buna göre bütçe açığı kadar bütçe fazlası da olumsuz karşılanır. Çünkü bütçe fazlası özel tasarrufların daraltılması pahasına sağlanmaktadır. Bu ise toplam yatırım hacmini azaltacak ve dolayısıyla ekonominin uzun dönemli gelişmesini olumsuz yönde etkileyecektir (Orhan, 1989:64).

Klasik iktisat, iktisat politikası aracı olarak sadece para politikasına önem vermiştir. Ekonomik istikrarsızlık ortaya çıktığında mali politikalar yerine para politikaları (banka rezervlerinin azaltılması, açık piyasa işlemleri gibi) tercih edilmelidir. Zira mali araçlar aslında para politikasının bir aracıdır. Mesela devlet harcamalarının artırılması aynı zamanda para arzını artırmak demektir. Onlara göre tam rekabet, ücret esnekliği ve faiz esnekliği varsayımları gerçekleştiği taktirde ekonomi daima ve kendiliğinden tam istihdama ulaşacak, üretilen her mal satılacak, stok artışı ve üretim yetersizliği gibi dengesizliklerle karşılaşılmayacak ve dolayısıyla fiyatlar genel seviyesi hem enflasyonist hem de deflasyonist baskılara yol açmadan istikrarını koruyacaktır. Onların deyimiyle “piyasanın görünmeyen eli, ekonomiyi istenen yönde geliştirmeye yeterlidir” (Savaş, 1986: 34-35).

Klasik iktisatçıların  görünmez el anlayışı, 1929’daki ekonomik buhrana çözüm önerileri getirememiş, bu kriz karşısında çaresiz kalmıştır. Kriz dönemini yaşayan ve dönemin şartlarını iyi teşhis eden J.M. Keynes, sorunlara yeni çözüm önerileri  getirmiştir. Keynes, klasiklerin aksine  devletin ekonomiye müdahale  etmesini savunmuş ve devletin ekonomide düzenleyici bir rol üstlenmesi gerektiğini belirtmiştir. Keynes’in ortaya attığı fikirle devletlerin ekonomiye müdahalesi hızla genişlemiştir. Bu süreç sonunda ülke ekonomilerinde kamu kesiminin  etkin bir rol oynadığı  ve müdahaleci devlet anlayışının hakim olduğu ve hatta devletin ekonomide iktisadi teşebbüsler kurarak bizzat yer aldığı görülmüştür (Acartürk vd., 2005:1).

Keynezyen İktisatçılar ekonomik istikrarın sağlanabilmesi için devletin ekonomideki rolü ve fonksiyonlarının genişletilmesini savunmuşlardır. Keynezyen iktisatçılar “Fonksiyonel Devlet Teorisi” çerçevesinde kaynak kullanımında ve kaynak dağılımında etkinlik sağlanması, adil gelir ve servet dağılımının sağlanması, iktisadi istikrarın sağlanması, iktisadi büyüme ve kalkınmanın sağlanması ödemeler bilançosunda denklik sağlanması gibi devletin bazı fonksiyonları sağlamak üzere ekonomiye aktif olarak müdahale etmesi gerektiği görüşünü savunmuşlardır (Aktan, 1992a:39).

Kısa dönemde toplam arzın üretimin teknik koşullarına yani istihdam seviyesine, üretim ve teknolojisine bağlı olacağını öne süren Keynezyen Teori, devletin çeşitli politikalarla toplam talebi etkileyebileceğini ve bu yoldan ekonomiyi düzenleyeceğini iddia etmiştir. Bu nedenle Keynezyen Teori “ talep yönlendirici” bir teoridir. Para ve maliye politikaları başta olmak üzere devletin ekonomiyi düzenlemek ve belli amaçlara ulaşmak için kullandığı bütün araçlar Keynezyen Makro Teori kaynaklıdır. Keynezyen Makro Teori, ekonominin ”kendiliğinden” ve “daima” tam istihdama ulaşmasının mümkün olamayacağını ve tam istihdama ulaşmak için devletin ekonomiye müdahale etmesinin kaçınılmaz olduğunu öne sürmüştür (Savaş, 1994:192).

Keynes’in önerileri 1960’lı yılların sonlarına kadar gerçekten ekonomik istikrarsızlıklara çözüm getirmiştir. Ancak devletin ekonomik hayata her gün yeni yeni konularda müdahale etmesi ve bu müdahaleler için gerekli masrafları devlet bütçesine yüklemesi, hem bütçe açıklarına hem de açıkların giderek artan oranda çoğalmasına ve ekonomi yönetimine yerleşmesine neden olmuştur. Bütçe açıklarının bir sonucu olarak hızla artan devlet borçları, yükselen faiz hadleri, milli paranın değer kaybı, artan enflasyon, kronikleşen dış ticaret açıkları vb. birçok ekonomik istikrarsızlığın ortaya çıktığı görülmüştür (Tekelioğlu, 1993 :212).

Keynezyen iktisatçıların müdahaleci devlet anlayışı, kamu sektörünün zaman içerisinde büyümesinin önemli nedenlerindendir. Keynezyen iktisatçılar denk bütçe yerine “telafi edici bütçe” prensibini kabul ederek, politikacılara “vergilemeden harcama yapma” imkanı sağlamıştır. Kamu harcamalarının vergileme ile birlikte emisyon ve borçlanma ile finansmanı keynezyen iktisadın bıraktığı bir mirastır. Bir başka deyişle kamu sektörünün büyümesinden sadece politikacılar değil, Keynezyenler de sorumludur (Aktan, 1992:97).

1970’li yıllarda başlayan ekonomik krizle birlikte Keynes’çi politikalar, kamu müdahaleciliği ve kamu girişimciliği ciddi bir biçimde sorgulanmaya başlanmıştır. İngiltere, Amerika ve Japonya’nın da aralarında bulunduğu  belli başlı gelişmiş ülkelerde Klasik iktisadın yeniden yorumlanmasına yönelik iktisadi ve siyasi düşünce hareketleri gelişmiş ve bu hareketler muhafazakar iktidarların ideolojisini oluşturmuştur (Öztürk, 2005:1). 1970‘li yılların sorunlarına çözüm üretememesi Keynezyen iktisada alternatif iktisadi düşünceleri gündeme getirmiştir. Bu teoriler klasik iktisat ilkelerine dayalı fakat onu bazı yönlerden eleştiren yeniden yorumlayan bir karaktere sahiptir. Moneterizm, Rasyonel Beklentiler Okulu, Kamu Tercihi Teorisi ve buna dayalı olarak oluşturulan Anayasal İktisat, Arz Yönlü İktisat bu teorilerdendir (Güngör, 2005:17).

Bu ekollerin tamamı, farklı yoğunlukta olmalarına rağmen, krizi, serbest piyasa mekanizmasının sağlıklı olarak işlemesini engelleyen unsurların varlığına bağlamışlardır. Bu bakımdan en büyük engeli de, iktisadi organizasyon içindeki yeri ve rolü genişleyen, büyük bir müdahale potansiyeli olan devlet olarak görmüşlerdir. Krizden kurtulmanın yolunun ise, serbest piyasa mekanizmasına tekrar işlerlik kazandırılması, bu çerçevede devletin ekonomik yaşamdaki yerinin ve rolünün daraltılması olduğunu savunmuşlardır. Özelleştirme bu düşünce akımlarının ileri sürdüğü görüşlerin hayata geçirilmesini sağlamak için kullanılan bir iktisat politikası vasıtası olarak gündeme gelmiştir. Neo-liberal politikaların makro ekonomik boyutu, devlet kararlarının ekonomi üzerindeki etkisinin minimize edilmesini öngörmektedir (Öztürk, 2005:1).

Devlet anlayışında ortaya çıkan değişikliklerin sonucu olarak, vergilemenin amaçları da değişmiştir. Klasik iktisatçılar vergilemenin mali amacı dışındaki fonksiyonları üzerinde durmamışlardır. Yani Klasikler vergilemenin mali amaç dışında kullanılmasına karşıydılar. Klasikler verginin sadece “hazinenin besleyici bir kaynağı” olması gerektiğini ileri sürmüşlerdir (Dikmen, 1995:26).

Klasik devlet anlayışı, başka amaçlar gütmeyen tarafsız bir vergi politikasından yanadır. Vergi tarafsızlığından uzaklaşacak olursa, bundan iktisadi hayata müdahale için faydalanma olanağı yaratılacak demektir. Klasik anlayış ise buna karşıdır ve iktisadi faaliyet alanının özel mülkiyet ve serbest rekabet esaslarına dayanan özel teşebbüslere bırakılmasından yanadır. Devlet sadece emniyet, adalet, vb. asli görevlerini yerine getirmek amacıyla vergiye ihtiyaç duyabilir. Ancak vergi devlete asli görevlerinin yapılması için gerekli mali olanakları sağlama amacından başka bir amaçla kullanılmamalıdır. Çünkü bu durumda devletin eline ekonomiye müdahale etme aracı verilmektedir. Oysa klasik anlayışta devlete asli görevleri dışında hiçbir faaliyet alanı tanınmamaktadır (Edizdoğan, 1998:57-58).

Mali liberalizmin yerine müdahaleci devlet anlayışının geçmesi ile birlikte vergilemenin mali olmayan amaçları teori ve uygulama alanında giderek daha fazla benimsenmeye başlanmıştır. Vergi teorisinde müdahalecilik uygulaması kapsamlı olarak 1929 dünya ekonomik buhranından sonra ortaya çıkmaya başlamıştır. Böylece vergiler mali amaçlarının yanında ekonomik ve sosyal amaçla da kullanılmaya başlanmıştır (Güngör, 2005:16).

Verginin ekonomik sonuç yaratmasından yararlanılarak, korumak ve geliştirilmek istenen alanlar için vergi teşviki, önlenmek istenen alanlar için vergileri ağırlaştırmak suretiyle iktisat politikasının bir aracı olarak kullanılması yoluna başvurulmaktadır. Bu konuda vergi yoluyla güdülebilecek başlıca ekonomik amaçlar; yatırımları teşvik etmek, üretim ve tüketimi teşvik etmek ya da kısıtlamak, ödemeler dengesini düzeltmek, tasarrufu teşvik etmek, ekonomik istikrarı sağlamak ve ekonomik yapıyı değiştirmektir. Vergiler yolu ile ülkeler, yatırım yapılacak alanlarda yatırımcılara bazı avantajlar getirerek ilgili alanlarda yatırımların maliyetini ucuzlatarak üretimi artırmaya çalışırlar. Vergilerle, ihracatı ve döviz kazandırıcı işlemleri ve yabancı sermayenin girişini teşvik, ithalatı ve döviz kaybettirici diğer işlemleri kısıtlayıcı yönde düzenlemeler yapılmaktadır (Turhan, 1975:249).

Vergi önlemleriyle tasarruf yapılması, yapılan tasarrufların işletilmesi ya da milli ekonomi bakımından istenilen alanlara yatırılması teşvik edilebilir. Belli hukuki statüye göre kurulan işletme türlerine, diğerlerine göre vergi avantajları tanınması yoluyla ekonomik yapıyı değiştirme amacı güden vergi politikası uygulanabilir (Edizdoğan, 1998:59-60).

Vergi politikası ile işgücünü nitelik ve nicelik bakımından değiştirmek suretiyle emek arzı artırılabilmekte, özel tasarruf ve yatırımlar teşvik edilmek suretiyle sermaye birikimi hızlandırılabilmekte, dinamik bir üretim faktörü olarak kabul edilen teknolojik gelişme teşvik edilebilmektedir. Bunun için; ekonomide özel önem taşıyan alanlarda çalışanların diğerlerine göre daha hafif vergilendirilmesi yoluna gidilebilir. Aynı şekilde, özel tasarruf ve yatırımları teşvik etmek için de yeni yatırımların belirli bir süre vergi kapsamı dışında kalması sağlanabilir. Vergi politikası ile ekonominin bazı sektörleri teşvik edilebildiği halde, ekonominin tümü bakımından ekonomik büyüme süreci başlatılmak istenirse o zaman kamu harcamaları ve borçlanma politikası ile amaca ulaşılmaya çalışılmaktadır. Diğer bir ifadeyle, ekonominin münferit dallarının teşvikinde vergi politikası, tümünün teşvikinde ise kamu harcamaları ve borçlanma politikası bir araç olarak kullanılmaktadır (Aksoy, 1998:177-178).

Vergilemenin sosyal amacı özellikle piyasa mekanizmasının gerçekleştiremediği adil gelir ve servet dağılımının sağlanması bakımından büyük önem taşımaktadır. Piyasa ekonomisi kurallarına göre gerçekleşen bir gelir ve servet dağılımı her zaman adil olmamaktadır. Bunun için devletin gelir ve servet dağılımındaki adaletsizlikleri giderme yönünde piyasaya müdahale etmesi gerekir. Çünkü, adil ve dengeli bir gelir ve servet dağılımının gerçekleştirilmesi sosyal devlet anlayışının ve sosyal adaletin bir gereği olmaktadır (Aksoy, 1998:174).

Vergi konusunun seçilmesinde, matrahın belirlenmesinde ve oranların saptanmasında sosyal amaç büyük önem taşımaktadır. Sosyal amacın gerçekleştirilmesi için başvurulan yollardan bazıları şunlardır:

– Artan oranlı gelir vergileri, belli bir sınırın üstünde bulunan gelirlerden alınan ek vergi, gider vergilerinde vergiye tabi mal ve hizmetten alınan vergilerin bunların lüks olup olmamalarına göre farklılaştırılması, toplumdaki gelir farklılıklarını kısmen olsun kaldırmak amacını gütmektedir.

– Servet vergileri, türleri ile birlikte, diğer amaçlar yanında servet farklılıklarını ortadan kaldırmak amacını güden vergilerdir.

– Sosyal güvenlik aidatlarının vergiye tabi tutulmaması, sosyal yardımların vergi dışı bırakılması, teşebbüslerin  sosyal yardımlarının gider kabul edilmesi ve yararlanan yönünden vergiye tabi tutulmaması, sosyal güvenlik amacıyla tanınan vergi avantajlarıdır.

– Yaşlılara, iktisaden korunmaya muhtaç olanlara ait gelirlerin vergi dışı bırakılması, sosyal güvenlik amacına yönelmiş vergi politikası araçları olarak kabul edilebilir (Edizdoğan, 1998:62).

– Devlet vergileme yoluyla sağladığı gelirlerinin bir kısmını çeşitli kamu harcamaları şeklinde düşük gelir gruplarına veya hiç geliri olmayanlara transfer harcamaları şeklinde aktarabilir. Bazen de finansmanı vergi gelirleriyle karşılanan mal ve hizmetleri düşük gelirlilere bedelsiz, ya da düşük bedelle yani maliyet bedelinin altında satmak suretiyle de gelir dağılımında adalet sağlamaya çalışabilir. Ayrıca, toplumu oluşturan kişiler arasında vergi yükünün adil dağılımının sağlanması için gerekli önlemlerin alınması da verginin sosyal amacı bakımından büyük önem taşımaktadır. Nitekim gelir vergisi sistemlerinde “en az geçim indirimi” veya “genel indirim”, ”artan oranlılık” ve emek gelirlerinin sermaye gelirlerine nazaran daha hafif vergilendirilmesini teşkil eden “ayırma ilkesinin” uygulanmasının adil bir vergilemenin ve verginin sosyal amacının gerçekleşmesinde önemi büyüktür. Bu hususun gerçekleşmesi için yüksek gelir elde edenlerden daha yüksek oranda ve daha fazla vergi alınması suretiyle orta ve düşük gelirlilerin vergi yükünü hafifletmek gerekmektedir (Aksoy, 1998:174).

Klasik anlayışa göre devlet sadece emniyet, adalet vb. asli görevlerini gerçekleştirmeli, ekonomik ve sosyal anlamda piyasanın işleyişine müdahale etmemelidir. Dolayısıyla  klasik iktisadi düşüncede verginin ekonomik ve sosyal fonksiyonu “tarafsız, nötr” kalma şeklinde ifade edilmektedir. Devletin faaliyetlerini finanse eden temel kaynak olarak vergi, tamamen mali bir nitelik taşımakta ve fonksiyon üstlenmektedir. Klasik anlayışa göre, ekonomik birimlerin üretim, tüketim, tasarruf, yatırım vb. konulardaki iktisadi karar ve davranışlarını olumlu veya olumsuz yönde etkilemeyen veya değiştirmeyen vergiler “tarafsız vergiler”dir. Buradaki tarafsızlık, tüketici bir nesne olarak kabul edilen ve her türlü faaliyet ve hizmetinde kaynakları tüketen bir kurum olarak görülen devletin asgari seviyede tutulması gereken hizmetleri için temin ettiği kaynakların ekonomik faaliyet ve işleyişe etki etmemesi anlayışına dayalı bir tarafsızlık olmaktadır  (Devrim, 1996:181). Klasik anlayışa göre devlet, kamu harcamalarını karşılamak amacıyla herkesten mali gücüne göre, tam rekabet koşullarını ve piyasa mekanizmasının işleyişini aksatmayacak şekilde ve en az masraf ile en çok vergiyi toplamak durumundadır.

Müdahaleci devlet anlayışı ile ekonomilerde oluşan talep yetersizliğinin devletin müdahalesi ve bunun gerektirdiği bütçe açıklarıyla giderilmesi yönünde eğilimler başlamıştır. Devletin giderek müdahaleci bir karakter kazanması, geleneksel hizmetlerinin yanı sıra iktisadi ve sosyal alanlarda yeni görevler yüklenmesine sebep olmuştur. Her yeni görev yeni bir harcama, her harcama da vergi gelirlerinde bir artışın meydana gelmesiyle sonuçlanmıştır (Ataç vd., 2002:131).

Bu sebepledir ki vergi gelirlerinin milli gelire oranı 20. yüzyılın başlarında % 5-15 arasında değişirken 1930’ lardan  sonra bu oran giderek artmış ve % 25-40 arasındaki bir düzeye ulaşmıştır (Nadaroğlu, 1998:219). Bu, milli gelirin yarısına yakın bir kısmının (harcamalardan da yararlanmak kaydıyla) vergi yolu ile yeniden dağılıma tabi tutulması demektir. Böylesine ağır bir verginin, klasiklerin öngördüğü anlamda tarafsız olması istense de mümkün değildir. Kaldı ki vergi, 20. yüzyılın müdahaleci devletinin elinde iktisadi ve sosyal hayatı düzenlemenin ve iktisadi faaliyetleri kendisinin saptayacağı istikametlere yöneltmenin de bir aracıdır (Aksoy, 1998:173).

Tarafsız devletin yerini müdahaleci devlete bırakmasıyla birlikte, tarafsız vergi de müdahaleci vergiye dönüşmüştür. Devletin giderek müdahaleci bir karakter kazanması, geleneksel hizmetlerinin yanı sıra iktisadi ve sosyal alanlarda yeni görevler yüklenmesine sebep olmuştur. Böylece vergilerin asıl amacının kamu harcamalarını finanse etmek olduğu ifade edilirse de, her verginin ekonomide üretim ve tüketim kalıplarını değiştirici etkilere sahip olduğu görülmüştür. Bu nedenle, verginin işlevi sadece mali kaynak sağlayıcı değil, aynı zamanda iktisadi ve sosyal politikayı yönlendirmede etkili bir araç olarak kullanılması olmuştur (Edizdoğan, 1998:58).

Günümüzde; ekonomik, sosyal ve teknolojik gelişmelerin bir sonucu olarak toplumsal ihtiyaçların miktar ve bileşiminde ortaya çıkan değişiklikler, modern devlet anlayışının yarattığı görev ve fonksiyonlar, devletlerin sadece mali amaçla değil, aynı zamanda ekonomik ve sosyal amaçları gerçekleştirici doğrultuda vergi politikası uygulamalarını zorunlu bir hale getirmiştir. Bir vergi sistemini oluşturan vergilerin ve bunlarla ilgili uygulamaların etkinliğine bağlı olarak ortaya çıkan etkilerin, ülkenin sosyal ve ekonomik yapısı üzerinde önemli sonuçları söz konusudur. İzlenen vergi politikası ile bir taraftan ekonomik, sosyal ve mali sorunlara çözüm bulunmasına çalışılırken, diğer taraftan özellikle vergiler açısından ortaya çıkacak yük dağılımının vergide adalet ilkesinin gerekleri göz önünde bulundurulmak suretiyle yapılmasına çaba gösterilmesi gerekmektedir (Akdoğan, 1980:25).

Günümüzde vergi sadece mali amaçla değil, mali olmayan amaçlarla da toplanmaktadır. Mali olmayan amaçların ağırlık kazanması durumunda ise mali amaç olumsuz etkilenebilmektedir. Ancak vergilerin mali fonksiyonunun bu mali olmayan fonksiyonları arasında kaybolmamasına özellikle dikkat edilmesi gerekmektedir. Çünkü devletin elinde belirli bir gelir bulunduğunda ancak mali olmayan fonksiyonları gerçekleştirebilmek mümkündür. Bu bakımdan, mali olmayan fonksiyonların mali fonksiyonu ortadan kaldıracağı durumlarda bu fonksiyonlara bir son vermenin gerekli olacağı kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Etkin bir vergi politikası bu nedenle uygulanmak istenen maliye politikasının bir aracı olarak önem kazanmaktadır.

KAYNAKÇA

Acartürk, Ertuğrul vd. (2005). Geçiş Ekonomilerinde Devletin Ekonomideki Rolü: Türkiye

Modeline Eleştirel Bakış. http://www.econturk.org/Turkiyeekonomisi/hakan.doc (erişim

tarihi: 10.01.2005).

Akdoğan, Abdurrahman (1980). Gelir Vergisi Açısından Vergi Adaletine Teknik Bir Yaklaşım.

Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Maliye Fakültesi Yayın No: 137-1/9, Ongun Kardeşler

Matbaacılık Sanayii: Ankara.

Aksoy, Şerafettin (1998). Kamu Maliyesi, (Kamu Harcamaları-Kamu Gelirleri-Devlet Borçlar

-Bütçe-Maliye Politikası). Gözden Geçirilmiş ve İlaveli 3. Baskı, Filiz Kitapevi: İstanbul.

Aktan, Coşkun Can (1992a). Kamu Ekonomisinden Piyasa Ekonomisine: Özelleştirme: Ankara.

Aktan, Coşkun Can (1992b). “Anayasal İktisadın Felsefi ve Teorik Temelleri”, EkonomikAnayasa

Sempozyumu, Takav Matbaası: Ankara.

Ataç, Beyhan vd. (2002). Kamu Maliyesi. TC Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi Yayınları

No:949/519: Eskişehir.

Devrim, Fevzi (1996). Kamu Maliyesine Giriş. Anadolu Matbaacılık Ltd. Şti: İzmir.

Dikmen, Orhan (1995). Liberal, Bitaraf, ve Müdahaleci Vergi Politikaları, İ.Ü. İktisat Fakültesi

Maliye Enstitüsü, Yayın No: 665-85-1: İstanbul.

Edizdoğan, Nihat (1998). Kamu Maliyesi II (Kamu Gelirleri ve Vergi Teorisi). Ekin Kitabevi: Bursa.

Eker, Aytaç vd. (1994). Maliye Politikası (Teori, İlkeler ve Yöntemler), Takav Matbaacılık, Yayıncı

lık San. Ve Tic. AŞ.: Ankara.

Güneş, İsmail (2005). Devlet Kavramı. http://idari.cu.edu.tr/gunes/kamu/devlet.htm (erişim

tarihi: 10.01.2005)

Güngör, Kamil (2005). İktisadın Tarihine Kısa Bir Bakış ve Merkantilizmden Günümüze İktisadi

Düşünceler. http://www.ceterisparibus.net/dusunce/genel.htm (erişim tarihi: 08.02.2005)

Muter, Naci (1999). Vergi Teorisi. Emek Matbaası: Manisa.

Nadaroğlu, Halil (1998). Kamu Maliyesi Teorisi. Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş. 10. Baskı:

İstanbul.

Orhan, Osman Z. (1989). Keynezyen ve Moneterist İstikrar Politikaları, Bilim Teknik Yayınevi:

İstanbul.

Öztürk, Nursel (2005). Değişen Devlet Anlayışı ve Özelleştirme.

http://www.ydk.gov.tr/egitim.notlari/ozellestirme.htm (erişim tarihi: 10.01.2005).

Savaş, Vural F. (1986). Keynezyen İktisat Yıkılırken, Beta Basım Yayım Dağıtım AŞ. İkinci Baskı:

İstanbul.

Savaş, Vural F. (1994). Politik İktisat, İkinci Baskı, Beta Basım Yayın: İstanbul.

Tekelioğlu, Muammer (1993). İktisadi Düşünceler Tarihi, Çukurova Üniversitesi Basımevi:

Adana.

Toprak, Erkan (2000). Demokratik ve Etkin Bir Devlet İçin Türk Kamu Yönetiminde Yeniden Ya

pılanma. (Danışman: Prof. Dr. Zehra ODYAKMAZ). Gazi Üniversitesi SBE Kamu Yönetimi Anabilim

Dalı Doktora Tezi: Ankara.

Turhan, Salih (1975). Vergileme ve İktisadi Büyüme. İstanbul Üniversitesi Maliye Enstitüsü

Konferansları, Seri:23: İstanbul.

Exit mobile version