Mevzuatın Adı: Anayasa Mahkemesinin 21/11/2024 Tarihli ve 2020/9066 Başvuru Numaralı Kararı
04 Ağustos 2025 Tarihli Resmi Gazete
Sayı: 32976
Anayasa Mahkemesi Başkanlığından:
MUAMMER BULUT BAŞVURUSU
Başvuru Numarası: 2020/9066
Karar Tarihi: 21/11/2024
Başkan |
: |
Kadir ÖZKAYA |
Başkanvekili |
: |
Hasan Tahsin GÖKCAN |
Başkanvekili |
: |
Basri BAĞCI |
Üyeler
|
: |
Engin YILDIRIM |
|
Rıdvan GÜLEÇ |
|
Recai AKYEL |
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ |
|
Yıldız SEFERİNOĞLU |
|
Selahaddin MENTEŞ |
|
İrfan FİDAN |
|
Kenan YAŞAR |
|
Muhterem İNCE |
|
Yılmaz AKÇİL |
|
Ömer ÇINAR |
|
Metin KIRATLI |
Raportör |
: |
Özge ULUKAYA |
Başvurucu |
: |
Muammer BULUT |
Vekili |
: |
Av. Gözde ÖZDEMİR |
ÖZET:
Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu 21/11/2024 tarihinde, Muammer Bulut (B. No: 2020/9066) başvurusunda Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.
Olaylar
Karayolları Genel Müdürlüğü (İdare) başvurucuya ait taşınmazın 439,68 m²lik kısmının yol, inşaat ve emniyet sahası amacıyla kamulaştırılmasına karar vermiştir. Başvurucu ile anlaşma sağlanamaması üzerine İdare, asliye hukuk mahkemesinde kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescili davası açmıştır. Mahkemece yapılan keşifler sonrasında alınan bilirkişi raporlarında kamulaştırma bedeli, taşınmazın kamulaştırılmayan bölümü üzerindeki yapıların bedeli dâhil edilmeden tespit edilmiştir. Başvurucu, bilirkişi raporuna itiraz ederek taşınmazın kamulaştırılmayan bölümü üzerindeki yapıların bedelinin de kamulaştırma bedeline dâhil edilmesini talep etmiştir. Mahkeme, bilirkişi raporundaki hesaplama yöntemini esas almış ve kamulaştırma bedelini 23.691,77 TL olarak belirleyerek taşınmazın ilgili kısmının İdare adına tesciline karar vermiştir. Söz konusu karar Yargıtayca bozulmuştur.
Bozma kararında, taşınmaz üzerinde bulunan yapıların kısmen kamulaştırılacak alana taştığı ve bu hâliyle yapıların kullanımının mümkün olmayacağı anlaşıldığından yapıların değerinin de kamulaştırma bedeline dâhil edilmesi gerektiği belirtilmiştir. Bozma sonrası yapılan bilirkişi incelemeleri sonucunda taşınmazın kamulaştırılmayan bölümü üzerinde bulunan yapıların değeri de eklenerek kamulaştırma bedeli 526.358,40 TL’ye yükseltilmiştir. Mahkeme, İdareye bu bedelin yatırılması için süre tanımış ancak İdare belirtilen sürede bedeli yatırmamıştır. Bunun üzerine mahkeme davanın usulden reddine karar vermiştir.
İddialar
Başvurucu, kamulaştırma bedelinin tamamının peşin olarak ödenmeden taşınmaza el konulması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
Mahkemenin Değerlendirmesi
Mahkemelerin kamulaştırılan taşınmazın idare adına tesciline ilişkin hükmü 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu gereği kesin nitelikte olup kanun yolu denetimine tabi değildir. Bu düzenlemeye göre bedel tespiti ve tescil davasında sadece kamulaştırma bedeli yönünden kanun yoluna başvurulabilmektedir. Uygulamada mahkemelerin dava konusu yapılan taşınmazın mülkiyetinin idareye devri sonucunu doğuran kesin nitelikteki tescil hükmünün ilgili tapu müdürlüğüne bildirilmesiyle, kamulaştırılan taşınmazın idare adına tescili sağlanmaktadır. Böylece mahkeme kararıyla belirlenen kamulaştırma bedelinin taşınmazın gerçek değerini oluşturup oluşturmadığı kesin olarak tespit edilmeden taşınmazın mülkiyeti idareye geçmektedir. Kanun yolu incelemesinde belirlenen kamulaştırma bedelinin taşınmazın gerçek karşılığını yansıtmadığının ve daha fazla olması gerektiğinin anlaşılması hâlinde ise mevcut uygulamayla gerçek değeri malike ödenmeden taşınmazın mülkiyetinin idareye devri sonucu doğmaktadır. Diğer bir anlatımla kamulaştırma bedeli kesin olarak tespit edilip tamamı malike ödenmeksizin idare, taşınmazın mülkiyetini ve bu durumun doğal sonucu olarak taşınmazı kamulaştırma amacına uygun kullanma hakkını elde etmekte; malik ise mülkünü kaybetmektedir. Görüleceği üzere bu uygulama Anayasa’nın 46. maddesinde düzenlenen kamulaştırma bedeli ve kesin hükme bağlanan artırım bedelinden oluşan gerçek bedelin tek seferde ve en geç taşınmazın idare adına tescil edildiği anda ödenmesini gerektiren peşin ödeme güvencesine aykırı olarak taşınmazın mülkiyetinin idareye devri sonucunu doğurmaktadır.
Öte yandan kamulaştırma bedeli olarak tespit edilen bedelin idare tarafından yatırılmaması durumunda davanın reddine karar verilirken aynı zamanda taşınmazın tekrar malik adına tescil edilmesi gerektiği yönünde yargı içtihadı bulunmaktadır. Ancak 2942 sayılı Kanun’da kamulaştırma bedeli olarak tespit edilen bedelin ödenmemesi durumunda taşınmazın tekrar malik adına tescil edilmesini sağlayacak bir düzenlemeye yer verilmediği anlaşılmıştır.
Sonuç olarak taşınmazın gerçek karşılığı olan kamulaştırma bedeli tescil hükmünden önce tespit edilip ödenmemiş, diğer bir deyişle Anayasa’nın 46. maddesinin birinci fıkrasında yer alan peşin ödeme güvencesi ihlal edilmiş ve başvurucu mülkiyet hakkının kendisine sağladığı korumadan mahrum bırakılmıştır. Dolayısıyla başvurucunun taşınmazının gerçek karşılığı peşin olarak ödenmeksizin mülkiyetinden tamamen yoksun bırakılmasına yol açan müdahalenin -Anayasa’nın 13., 35. ve 46. maddeleri çerçevesinde- Anayasa’nın sözüne uygunluk ölçütünü karşılamadığı sonucuna ulaşılmıştır.
Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.
Bu basın duyurusu Genel Sekreterlik tarafından kamuoyunu bilgilendirme amacıyla hazırlanmış olup bağlayıcı değildir. (Anayasa Mahkemesi Başkanlığı)
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; idarece usulüne uygun kamulaştırma bedeli ödenmeden taşınmaza el konulması nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 2/3/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru 2018/32517 numaralı başvuru ile birleştirilmiş, daha sonra incelenen başvurunun 2018/32517 numaralı başvuru dosyasından ayrılmasına karar verilmiştir. Komisyon, mülkiyet ve makul sürede yargılama hakkına ilişkin şikâyetlerin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir.
4. Birinci Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
- Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
- Karayolları Genel Müdürlüğü (İdare) 9/6/2009 tarihinde, Samsun’un Çarşamba ilçesi Çay Mahallesi 149 ada 13 parsel sayılı, başvurucuya ait taşınmazın 439,68 m²lik kısmının yol, inşaat ve emniyet sahası olarak kullanılmak üzere kamulaştırılmasına karar vermiştir.
- İdare 11/7/2011 tarihinde Çarşamba 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) başvurucuyla anlaşma sağlanamaması sebebiyle kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davası açmıştır.
- Mahkemece 10/10/2011 tarihinde keşif yapılmış ve bilirkişi raporu alınmıştır. Bilirkişi raporunun başvuru formu ve eklerinde bulunmadığı anlaşılmıştır.
- Mahkemece 28/4/2012 tarihinde tekrar keşif yapılmış, keşif sonucunda alınan bilirkişi raporunda toplam kamulaştırma bedeli 23.691,77 TL olarak tespit edilmiştir. Raporda taşınmaz üzerinde bulunan ve (C) harfi ile gösterilen yapının 0,05 m²lik sundurması dâhil olmak üzere toplam 3,36 m²lik kısmının kamulaştırılacak alan içinde kaldığı, ayrıca kamulaştırma hattının sıfır noktasında bulunan, (D) ve (E) harfi ile gösterilen yapıların 2,53 m² ve 9,78 m²lik kısmının yine kamulaştırılacak alana dâhil olduğu belirtilmiş; sundurmaların yıkılması ile yapıların zarar görmeyeceği açıklanmıştır.
- Başvurucu, bilirkişi raporuna itiraz dilekçesinde dava konusu taşınmazın kamulaştırılan bölümü üzerinde bulunan üç yapının kısmen, kamulaştırılan alana taştığını ve yapıların kamulaştırma koridoru ile sınır olacak şekilde bırakılması durumunda kullanılamaz hâle geleceğini belirtmiştir. Başvurucu açıklanan sebeplerle, dava konusu taşınmazın kamulaştırılmayan bölümü üzerinde bulunan yapıların da kamulaştırılmasını talep etmiştir.
- Mahkeme 6/11/2012 tarihinde kamulaştırma bedelini 23.691,77 TL olarak belirleyerek dava konusu taşınmazın 439,68 m²lik kısmının başvurucu adına olan tapu kaydının iptali ile yol olarak tapudan terkinine karar vermiştir. Kararda, tescil hükmü yönünden verilen kararın kesin olduğunu açıklamıştır.
- Mahkeme kararı başvurucu ve İdare tarafından temyiz edilmiştir. Başvurucu temyiz dilekçesinde, hükme esas alınan bilirkişi raporu doğrultusunda, kamulaştırılan taşınmaza sınır konumunda bulunan yapıların balkonlarının tıraşlanarak yapılacak kamulaştırmanın konut dokunulmazlığını ihlal edeceğini açıklamış; yapıların kamulaştırmayla birlikte kullanılamaz duruma geleceği açık olduğundan kamulaştırma bedelinin yapıların değeri dikkate alınarak tespit edilmesi gerektiğini ileri sürmüştür.
- Mahkeme kararı Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin (Daire) 13/6/2013 tarihli kararıyla bozulmuştur. Bozma kararında, bilirkişi raporunda emsal olarak alınan taşınmazların dava konusu taşınmazdan daha değerli olduğuna ilişkin kabulün somut gerekçelere dayandırılmadığına işaret edilmiştir.
- Dava konusu 149 ada 13 parsel sayılı taşınmaz ilgili tapu müdürlüğünün 28/6/2013 tarihli ve 5924 yevmiye numaralı işlemiyle 36 ve 37 numaralı parsel olarak ifraz edilmiştir. Dava konusu yapılarak tescili talep edilen 439,68 m²lik taşınmaz kamulaştırma sebebiyle 37 parsel numarası ve yol vasfıyla İdare adına tescil edilmiştir. Ardından 37 parsel sayılı taşınmazın tapu kaydı, tekrar özel mülkiyete konu olması hâlinde İdare adına tescil edileceği şerhi düşülerek kapatılmıştır.
- Başvurucu 31/7/2013 tarihinde karar düzeltme talebinde bulunmuştur. Daire 13/3/2014 tarihinde mahkeme kararının bozulmasına karar vermiştir. Kararda önceki bozma ilamında belirtilen bozma sebeplerini tekrarlayarak kamulaştırma bedeline 12/11/2011 tarihinden karar tarihine kadar geçen süre için yasal faiz yürütülmemesinin hatalı olduğunu açıklamış ve başvurucunun diğer karar düzeltme sebeplerini reddetmiştir.
- Mahkemece bozma ilamına uyularak 5/6/2015 tarihinde keşif yapılmasına karar verilmiştir. Keşif sonucunda alınan bilirkişi raporunda kamulaştırma bedeli 24.255,77 TL olarak belirlenmiştir. Tarafların itirazı üzerine alınan ek bilirkişi raporunda dava konusu taşınmaz üzerinde bulunan tek katlı yapı ile birlikte kamulaştırma bedeli 50.663,60 TL olarak tespit edilmiştir. Kamulaştırma bedeli hesaplanırken hangi yapının dikkate alındığının açıklanmasının istendiği ikinci ek bilirkişi raporu başvuru formunda ve ekinde yer almamaktadır.
- Mahkeme 10/2/2016 tarihli celsede İdareye eksik kamulaştırma bedeli olan 26.971,83 TL’yi depo etmesi için süre vermiştir. İdare tarafından belirtilen bedel depo edilmiştir.
- Mahkeme 30/3/2016 tarihinde kamulaştırma bedelini 24.255,77 TL olarak belirleyerek davanın kabulüne karar vermiştir. Kararda 22/3/2016 tarihli ikinci ek bilirkişi raporunda kamulaştırma bedelinin 24.255,77 TL olarak hesaplandığını, taşınmaz sınırında bulunan yapıların kara yolu emniyet sahası dışında kaldığının tespit edildiğini, Dairenin bozma ilamında kamulaştırma bedeline taşınmaz üzerinde bulunan yapıların değerinin dâhil edilmesi gerektiğinin belirtilmediğini açıklamıştır.
- Mahkeme kararı başvurucu ve İdare tarafından temyiz edilmiştir. Temyiz dilekçesinde başvurucu, kamulaştırılan taşınmazın üzerinde bulunan yapıların kamulaştırma sonucu kara yoluna sınır durumunda kaldığını ve bu sebeple yapıların kullanılamadığını açıklamıştır.
- Daire 18/9/2017 tarihinde mahkeme kararının bozulmasına karar vermiştir. Bozma kararında, dava konusu taşınmazın üzerinde bulunan yapıların kamulaştırma koridoruna sınır konumunda olması sebebiyle kullanılamayacağının, bu durumun aynı zamanda trafik güvenliği için de tehlike oluşturacağının anlaşıldığını belirtmiştir. Kararda, başvurucu ve İdarenin talebinin aynı yönde olduğu dikkate alındığında kamulaştırma bedelinin yapıların tamamının değerinin eklenmesi suretiyle belirlenmesi gerekirken sadece sundurma bedelinin hesaplamaya dâhil edilmesinin hatalı olduğu tespitine yer vermiştir. Ayrıca, faiz başlangıç tarihinin hatalı olarak belirlendiğini ve İdarece fazladan depo edilen bedelin iadesine karar verilmemesinin de doğru olmadığını açıklamıştır.
- Mahkemece bozma kararına uyularak 13/7/2018 tarihinde keşif yapılmış ve bilirkişi raporu alınmıştır. Bilirkişi raporunda taşınmaz üzerinde bulunan yapıların değeri dikkate alınarak kamulaştırma bedeli 526.358,40 TL olarak tespit edilmiş, 3/12/2018 tarihli ek bilirkişi raporunda da kök raporda yer alan hususlar tekrar edilmiştir.
- Başvurucu ve İdarenin itirazları üzerine alınan 19/9/2019 tarihli ikinci ek bilirkişi raporunda kamulaştırma koridorunun yapıların üzerinde bulunduğu 36 parsel sayılı taşınmaz ile bitişik olduğu ve 37 parsel sayılı taşınmaz üzerinde kalan yapıların balkon ve çıkma olarak adlandırılan bölümlerinin yola olan mesafesi dikkate alındığında 2/11/1985 tarihli ve 18916 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Plansız Alanlar İmar Yönetmeliği’nin 14. maddesinde yer alan bahçe mesafesinin sağlanamayacağı belirtilmiştir.
- Mahkemece 26/11/2019 tarihli celsede İdareye kamulaştırma bedeli olarak 526.358,40 TL’yi belirtilen banka hesabına depo etmek üzere süre verilmiş, kararın yerine getirilmemesi üzerine 7/1/2020 tarihli celsede ikinci kez kamulaştırma bedelini yatırmak üzere süre tanınmıştır.
- Mahkeme 28/2/2020 tarihinde davanın usulden reddine karar vermiştir. Kararda, kamulaştırma bedelinin davacı İdare tarafından 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 10. maddesinin sekizinci fıkrası gereğince verilen kesin süre içinde belirtilen banka hesabına yatırılmaması sebebiyle davanın usulden reddedildiğini açıklamıştır.
- Nihai karar 7/3/2020 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Karar, temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir. Başvurucu 2/3/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. Mevzuat Hükümleri
26. 2942 sayılı Kanun’un “Kamulaştırma bedelinin mahkemece tespiti ve taşınmaz malın idare adına tescili” başlıklı 10. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Kamulaştırmanın satın alma usulü ile yapılamaması halinde idare, … asliye hukuk mahkemesine müracaat eder ve taşınmaz malın kamulaştırma bedelinin tespitiyle, … idare adına tesciline karar verilmesini ister.
Mahkeme, idarenin başvuru tarihinden itibaren en geç otuz gün sonrası için belirlediği duruşma gününü, … taşınmaz malın malikine … bildirerek duruşmaya katılmaya çağırır. Duruşma günü idareye de tebliğ olunur.
…
Mahkemece yapılan duruşmada tarafların bedelde anlaşamamaları halinde hakim, en geç on gün içinde keşif ve otuz gün sonrası için de duruşma günü tayin ederek, 15 inci maddede sayılan bilirkişiler marifetiyle ve tüm ilgililerin huzurunda taşınmaz malın değerini tespit için mahallinde keşif yapar…
Bilirkişiler, taraflar ve diğer ilgililerin beyanını da dikkate alarak, 11 inci maddedeki esaslar doğrultusunda taşınmaz malın değerini belirten raporlarını onbeş gün içinde mahkemeye verirler. Mahkeme bu raporu, duruşma günü beklenmeksizin taraflara tebliğ eder. Yapılacak duruşmaya hakim, taraflar veya vekillerini ve bilirkişileri çağırır. Bu duruşmada tarafların bilirkişi raporlarına varsa itirazları dinlenir ve bilirkişilerin bu itirazlara karşı beyanları alınır.
Tarafların bedelde anlaşamamaları halinde gerektiğinde hâkim tarafından onbeş gün içinde sonuçlandırılmak üzere yeni bir bilirkişi kurulu tayin edilir ve hâkim, tarafların ve bilirkişilerin rapor veya raporları ile beyanlarından yararlanarak adil ve hakkaniyete uygun bir kamulaştırma bedeli tespit eder. Mahkemece tespit edilen bu bedel, taşınmaz mal, kaynak veya irtifak hakkının kamulaştırılma bedelidir. Tarafların anlaşması halinde kamulaştırma bedeli olarak anlaşılan miktar peşin ve nakit olarak, hak sahibi adına bankaya yatırılır. Tarafların anlaşamaması halinde hâkim tarafından kamulaştırma bedeli olarak tespit edilen bedelin … mahkemece belirlenecek banka hesabına yatırılması ve yatırıldığına dair makbuzun ibraz edilmesi için idareye onbeş gün süre verilir. Kamulaştırma bu Kanunun 3 üncü maddesinin ikinci fıkrasına göre yapılmış ise ilk taksitin yine peşin ve nakit olarak hak sahibi adına, hak sahibi tespit edilememiş ise ileride ortaya çıkacak hak sahibine verilmek üzere 10 uncu maddeye göre mahkemece yapılacak davetiye ve ilanda belirtilen bankaya yatırılması ve yatırıldığına dair makbuzun ibraz edilmesi için idareye onbeş gün süre verilir. Gereken hallerde bu süre bir defaya mahsus olmak üzere mahkemece uzatılabilir. İdarece, kamulaştırma bedelinin hak sahibi adına yatırıldığına, hâkim tarafından kamulaştırma bedeli olarak tespit edilen bedelin … veya hak sahibinin tespit edilemediği durumlarda ise ileride ortaya çıkacak hak sahibine verilmek üzere bloke edildiğine dair makbuzun ibrazı halinde mahkemece, taşınmaz malın idare adına tesciline ve kamulaştırma bedelinin hak sahibine ödenmesine karar verilir ve bu karar, tapu dairesine ve paranın yatırıldığı bankaya bildirilir. Tescil hükmü kesin olup, tarafların bedele ilişkin istinaf veya temyiz hakları saklıdır.
…”
27. 2942 sayılı Kanun’un “Kısmen kamulaştırma” başlıklı 12. maddesinin beşinci fıkrası şöyledir:
“Bir kısmı kamulaştırılan taşınmaz maldan artan kısmı yararlanmaya elverişli bir durumda değil ise, kamulaştırma işlemine karşı idari yargıda dava açılmayan hallerde mal sahibinin en geç kamulaştırma kararının tebliğinden itibaren otuz gün içinde yazılı başvurusu üzerine, bu kısmın da kamulaştırılması zorunludur.”
2. Yargıtay İçtihadı
- Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 20/5/2014 tarihli ve E.2014/3024, K.2014/14073 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
“4650 sayılı yasa ile değişik Kamulaştırma Kanununun 10/8 maddesinde ‘kamulaştırma bedeli olarak tespit edilen miktarın, 10 uncu maddeye göre mahkemece yapılacak davetiye ve ilanda belirtilen bankaya yatırılması ve yatırıldığına dair makbuzun ibraz edilmesi için idareye onbeş gün süre verilir. Gereken hallerde bu süre bir defaya mahsus (alomaliye.com) olmak üzere mahkemece uzatılabilir.’ hükmü karşısında, kamulaştırma bedelinin bloke edilmesi için davacı idare vekiline 01.10.2013 ve 19.11.2013 tarihlerinde kesin süre içeren tebligatların yapıldığı, mahkemece verilen süreler içerisinde kamulaştırma bedelinin yatırılmaması nedeniyle davanın reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik görülmemiştir.
…”
(Daha yakın tarihli Yargıtay kararları için bkz. 5. Hukuk Dairesi, E.2014/24995, K.2015/1791, 11/1/2015; 5. Hukuk Dairesi, E.2017/31015, K.2019/5512, 26/3/2019; 5. Hukuk Dairesi, E.2020/4395, K.2020/8420, 7/10/2020; 5. Hukuk Dairesi, E.2021/3884, K.2021/15367, 20/12/2021; E.2022/11442, K.2023/1955, 2/3/2023).
- Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 13/2/2017 tarihli ve E.2016/14772, K.2017/3474 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
“Bozma sonrası tespit edilen bedel ile bozma kararı sonrası tespit edilen bedel arasındaki fark bedelin verilen sürelere rağmen idarece bloke edilmemiş olması ve 30.05.2014 tarihli celsede idare vekilinin bedeli depo etmelerinin mümkün olmadığını beyan etmesi karşısında 4650 sayılı sayılı yasa ile değişik Kamulaştırma Kanununun 10/8. maddesi gereğince davanın reddine karar verilerek, taşınmazın idare adına tesciline dair hükmün infazı sonucu taşınmaz davacı idare adına tescil edilmiş ise, davacı idare adına olan tapu kaydının iptali ile davalılar adına tesciline ve ilk karar ile hüküm altına alınmış olan 190.980,00 TL bedelin davalılara ödenmiş ise davalılardan alınarak davacı idareye verilmesine, ödenmemiş ise davacı idareye iadesi için ilgili bankaya müzekkere yazılmasına karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi,
Doğru görülmemiştir.
Taraf vekillerinin temyiz itirazları yerinde olduğundan hükmün açıklanan nedenlerle H.U.M.K.nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA…”
(Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin daha yakın tarihli kararları için bkz. 5. Hukuk Dairesi, E.2017/21074, K.2017/8123, 14/3/2017; E.2017/12437, K.2018/430, 31/1/2018; E.2018/6551, K.2019/3829, 6/3/2019; E.2019/13500, K.2020/5701, 28/9/2020; E.2020/10904, K.2021/3145, 10/3/2021; E.2019/13500, K.2020/5701, 28/9/2020; E.2021/13295 , K.2022/4007, 9/3/2022).
3. 4650 sayılı Kanun Öncesinde Kamulaştırma Usulü
- 24/4/2001 tarihli ve 4650 sayılı Kanun’la birlikte 2942 sayılı Kanun‘da düzenlenen kamulaştırma usulü önemli şekilde değiştirilmiştir. Değişiklik öncesinde uygulanan kamulaştırma süreci idare tarafından kamu yararı kararı alınmasıyla başlar. Kamu yararı kararı alınmasından sonra idare tarafından kamulaştırılacak taşınmaz belirlenir. Ardından kamulaştırılacak taşınmazın maliklerinin ve taşınmazın tapu kaydının bulunmaması hâlinde zilyetlerinin kimliklerinin ve adreslerinin belgelere dayalı olarak tespit edilmesi gerekir. Kamulaştırılacak taşınmazın vergi durumu tespit edilerek idarenin talebi üzerine taşınmazın kayıtlı olduğu ilgili tapu müdürlüğünce taşınmazın tapu kaydına kamulaştırma şerhi işlenir. Sürecin devamında 2942 sayılı Kanun hükümlerine göre oluşturulan kıymet takdir komisyonları tarafından kamulaştırılacak taşınmazın değeri yine aynı Kanun’da öngörülen şekilde belirlenir.
- Kıymet takdiri aşamasından sonra kamulaştırma kararı verilerek kamulaştırma bedeli veya kanunun taksitle ödemeyi öngördüğü hâllerde ilk taksit bedeli hak sahibi adına millî bankalardan birine yatırılır. Akabinde başta taşınmaz malikleri olmak üzere tüm ilgililere kamulaştırma işlemi tebliğ edilir. Kamulaştırılan taşınmazın maliki başta olmak üzere ilgililer kamulaştırma işleminin iptali talebiyle otuz günlük süre içinde idari yargıda dava açabileceği gibi aynı süre içinde malik tarafından kamulaştırma bedelinin artırılması veya maddi hataya dayalı dava açılması mümkündür. Söz konusu kamulaştırma usulünde kamulaştırılan taşınmazın mülkiyetinin ne zaman idareye geçeceğine ilişkin olarak açık bir düzenleme bulunmamaktadır. Ancak uygulamada kural olarak kamulaştırılan taşınmazın mülkiyetinin kamulaştırma işleminin idari yargı yönünden kesinleşmesiyle birlikte veya yine idari yargıda dava açılmaması hâlinde kamulaştırma işleminin malike tebliğinden itibaren otuz günlük sürenin sonunda idareye geçtiği kabul edilmiştir.
4. 4650 sayılı Kanun Sonrasında Kamulaştırma Usulü
- 4650 sayılı Kanun’un Türkiye Büyük Millet Meclisine (TBMM)sunulan genel gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Halen yürürlükte bulunan 4.11.1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun yürürlük tarihinden itibaren bu güne kadar uygulanması sırasında ortaya çıkan tüm sorunların sağlıklı bir biçimde çözümü amacıyla, bu Tasarı hazırlanmış ve bu tasarı ile;
– Anayasamızın 46 ncı maddesinde öngörülen ve asıl kural olan, kamu yararının gerektirdiği hallerde, karşılıklarının nakden ve peşin olarak ödenmesi koşuluyla, özel mülkiyette bulunan taşınmaz malların objektif esaslara göre hızlı, doğru ve sağlıklı bir şekilde kamulaştırılması esasının tam olarak uygulanmasının sağlanması;
– Bu amaçla, ancak kamu yararının gerektirdiği ve zorunlu hallerde, idarelerin yatırım programlarında yer alan yatırımları için, bütçelerinde var olan kamulaştırma ödenekleri kadar kamulaştırma yapmalarının temini ve böylelikle zorunlu olmayan hallerde gereksiz yere kamulaştırma yapılması önlenerek, kamu harcamalarının kontrol altına alınması ve disipline edilmesi;
– Keza idarelerin, bilgi ve tecrübe eksikliği sebebiyle, kamulaştırma sırasında yanlış ve eksik işlemler yaptığı, çoğunluğu idare elemanlarından oluşan kıymet takdir komisyonları tarafından, kamulaştırılmaya konu taşınmaz mal, kaynak ve irtifak hakkının değerinin objektif esaslardan uzaklaşılarak, idarelerin o iş için ayırdıkları ödeneğe göre değer takdir edildiği ve işlemlere karşı ilgililer tarafından kamulaştırmanın iptali davaları açıldığı, açılan bu davalar sonucunda kamulaştırmaların iptal edildiği ve bunun da kamu yatırımlarının aksamasına ve gecikmesine sebep olduğu ve ayrıca, komisyonlar tarafından belirlenen bedellere karşı, hemen hemen tüm kamulaştırmalarda bedel artırım davaları açıldığı ve açılan bu bedel artırım davaları sonucunda da, kamulaştırma bedelleri çok yüksek rakamlara ulaştığı, bu bedellerin ödenmesinde de zaman zaman çok sıkıntılar ve aksamalar olduğu, bu ödemelerin Devlete ek bir malî külfet getirdiği gibi, geç yapılan bu ödemeler sebebiyle de, çok sayıda ilgili tarafından Devletimiz aleyhine, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurulması sonucunda, bu Mahkemede Türkiye aleyhinde insan hakları ihlali kararları çıktığı ve ayrıca Devletimizin yüksek meblağlara ulaşan tazminatlar ödemeye mahkûm olduğu, bunun da, Devletimizin dış itibarını zedelediği ve bu durumun çeşitli platformlarda Devletimiz aleyhine kullanıldığı dikkate alınarak;
– Tüm bu aksaklıkların ve sıkıntıların giderilebilmesi veya en aza indirgenebilmesi amacıyla, kamulaştırılacak taşınmaz malların değer tespitlerinin, çoğunluğu idare elemanlarından oluşan kıymet takdir komisyonları yerine, uzman bilirkişilerden oluşan kurul marifetiyle ve tarafsız mahkemeler eliyle yapılması ve mahkemelerce tespit edilecek bedelin idarece yargılama sırasında hak sahibine ödenmek üzere bankaya yatırılmasından sonra kamulaştırmanın sonuçlandırılarak, taşınmaz malın idare adına tesciline ve tespit edilen kamulaştırma bedelinin hak sahibine ödenmesi;
– Bu şekilde, yatırım programında bulunmayan ve ödeneği olmayan yatırımlar için idarelerin kamulaştırma veya ödeneğinden fazla kamulaştırma yapmalarının önlenmesi, kamulaştırma işleminin tek dava ile çözümlenmesi, çok önemli bir sorun olan bedel artırım davalarının böylelikle ortadan kaldırılması;
…
2) Kamulaştırma Kanunundaki mevcut kamulaştırma sistemi değiştirilerek, kıymet takdir komisyonları eliyle yaptırılan kıymet takdiri usulü ve esaslarının ve buna bağlı diğer işlemlerin ve keza, bedel artırım davaları açılabileceği yönündeki hükümlerin kaldırılarak, yeniden düzenlenen 10 uncu maddeyle, kamulaştırma işleminin tek davayla ve hızlı bir şekilde çözümlenmesi amacıyla, kamulaştırmayı yapacak olan Devlet ve diğer kamu tüzelkişilerinin doğrudan mahkemeye başvurarak, kamulaştırılacak taşınmaz malın gerçek kamulaştırma bedelinin tespiti ile, bu bedel karşılığında ve bu bedelin ödenmesi kaydıyla kamulaştırma yapılmasına ve taşınmaz malın kamulaştırma yapan idare adına tesciline karar verilmesinin sağlanması, bu davaların seri olarak ve hızla sonuçlandırılması, mahkemece taşınmaz malın gerçek değerinin tespiti amacıyla yaptırılacak bilirkişi incelemelerinin, konunun uzmanı veehli, beş kişilik bir kurul marifetiyle yaptırılması, bilirkişi kurulunun raporlarına karşı taraflarca itiraz üzerine de, yeni bir bilirkişi kuruluna inceleme yaptırılmak yerine ve bir defaya mahsus olmak üzere, aynı bilirkişi kurulundan ek rapor alınması yoluna gidilmesi ve Kanunun diğer maddelerinin buna göre uyarlanması;
…
Öngörülmüştür.”
- 4650 sayılı Kanun ile oluşturulan yeni kamulaştırma usulüne göre kamulaştırma yapılabilmesi için öncelikle idarenin ödenek temin etmesi gerekir. İdare, yeterli ödeneği temin ettikten sonra kamu yararı kararı alır. Kamu yararı kararından sonra kamulaştırılacak taşınmaz belirlenir. Kamulaştırılacak taşınmazın belirlenmesinin akabinde kamulaştırma kararı alınır. Bununla birlikte onaylı imar planına veya ilgili bakanlıklarca onaylı özel plan ve projeye göre yapılacak hizmetler için ayrıca kamu yararı kararı alınmasına ve bu kararın onaylanmasına gerek yoktur. 2942 sayılı Kanun’un 8. maddesine göre idare, kamulaştırma kararı aldıktan sonra öncelikle satın alma usulünü uygulamalıdır. Satın alma usulünde idarenin teklif edeceği bedel, idare içinde oluşturulan bir kıymet takdir komisyonunca belirlenir. Tarafların satın alma usulüyle bir sonuca ulaşamamaları durumunda 4650 sayılı Kanun’la yapılan değişiklikten önceki dönemden farklı olarak bedel tespiti ve tescil için malikin değil idarenin yetkili asliye hukuk mahkemesinde dava açması gerekir. Asliye hukuk mahkemesince 2942 sayılı Kanun’da belirtilen usul uyarınca tespit edilen bedelin tamamı veya taksitle ödeme şartlarının bulunması durumunda ilk taksitin nakden veya hesabına yatırılarak malike ödenmesinden sonra tescil kararı verilir. Kararın tescile ilişkin hüküm fıkrası kesin olup bedele ilişkin hüküm fıkrasına karşı kanun yoluna başvurulabilir. Mülkiyetin idareye geçmesi mahkemece tescil kararı verilmesi ile olur (bazı farklarla birlikte bkz. Ali Hıdır Akyol ve diğerleri [GK], B. No: 2015/17510, 18/10/2017, § 29).
B. Uluslararası Hukuk
- Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (Sözleşme) ek (1) No.lu Protokol’ün “Mülkiyetin korunması” başlıklı 1. maddesi şöyledir:
“Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.”
- Kamulaştırmasız el atma ile ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararları için bkz. Şevket Karataş [GK], B. No: 2015/12554, 25/10/2018, §§ 26-33.
- AİHM özellikle bir kişinin taşınmazının kamulaştırmaya tabi tutulduğu hâllerde ilgili yargılama sürecinin kamulaştırılan mülkün değeriyle uyumlu bir bedel verilmesi, bedelden yararlanma hakkına sahip olanların belirlenmesi ve kamulaştırmayla ilgili bütün konular ile kamulaştırmanın sonuçlarının kapsamlı bir değerlendirilmesini içermesi gerektiğini belirtmektedir (Alfa Glass Anonymi Emboriki Etairia Yalopinakon/Yunanistan, B. No: 74515/13, 28/1/2021, §§ 36-44).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
- Anayasa Mahkemesinin 21/11/2024 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
- Başvurucu, öncelikle taşınmazın 439,68 m²lik kısmının kamulaştırılmasına karar verilerek İdare tarafından kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davası açıldığını açıklamıştır. Mahkeme tarafından önce taşınmazın kamulaştırılması talep edilen bölümü dikkate alınarak kamulaştırma bedelinin belirlendiğini ancak Daire kararı ile taşınmazın kamulaştırılmayan kısmında kalan üç ayrı yapının kullanılamaz duruma geldiğinin tespit edildiğini, bu sebeple kamulaştırma bedeline yapıların değerinin de dâhil edilmesi gerektiğine karar verildiğini belirtmiştir. Ayrıca Mahkemenin kamulaştırma bedeli olarak belirlenen 523.358,40 TL’nin İdarece depo edilmemesi nedeniyle görülen davanın tümüyle reddine karar verdiğini ifade etmiştir. Başvurucu, taşınmazının 439,68 m²lik kısmının yola terk edilmesi nedeniyle taşınmaz üzerindeki yapıları yıllardır kullanamadığını, kamulaştırma bedeli ödenmeksizin taşınmazına el atılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
- Başvurucu; bedel ve tescil davasında İdarece taşınmazına hukuka aykırı olarak el atıldığının açıkça anlaşıldığını, bu sebeple kamulaştırma bedel ve tescil davasının usulden reddine ilişkin mahkeme kararını temyiz etmeden bireysel başvuruda bulunduğunu ifade etmiştir.
2. Değerlendirme
- Anayasa’nın “Mülkiyet hakkı” başlıklı 35. maddesi şöyledir:
“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”
- Anayasa’nın ”Kamulaştırma” başlıklı 46. maddesi şöyledir:
“Devlet ve kamu tüzelkişileri; kamu yararının gerektirdiği hallerde, gerçek karşılıklarını peşin ödemek şartıyla, özel mülkiyette bulunan taşınmaz malların tamamını veya bir kısmını, kanunla gösterilen esas ve usullere göre, kamulaştırmaya ve bunlar üzerinde idarî irtifaklar kurmaya yetkilidir.
Kamulaştırma bedeli ile kesin hükme bağlanan artırım bedeli nakden ve peşin olarak ödenir. Ancak, tarım reformunun uygulanması, büyük enerji ve sulama projeleri ile iskân projelerinin gerçekleştirilmesi, yeni ormanların yetiştirilmesi, kıyıların korunması ve turizm amacıyla kamulaştırılan toprakların bedellerinin ödenme şekli kanunla gösterilir. Kanunun taksitle ödemeyi öngörebileceği bu hallerde, taksitlendirme süresi beş yılı aşamaz; bu takdirde taksitler eşit olarak ödenir.
Kamulaştırılan topraktan, o toprağı doğrudan doğruya işleten küçük çiftçiye ait olanlarının bedeli, her halde peşin ödenir.
İkinci fıkrada öngörülen taksitlendirmelerde ve herhangi bir sebeple ödenmemiş kamulaştırma bedellerinde kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz uygulanır.”
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
- Başvurucu, taşınmazına kamulaştırma bedeli ödenmeksizin el atılması sebebiyle kamulaştırma bedeli ve tescil davası neticesinde verilen davanın reddine ilişkin kararı temyiz etmeksizin bireysel başvuruda bulunduğunu açıklamıştır.
- Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrasında bireysel başvuruda bulunulmadan önce ihlal iddiasının dayanağı olan işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş olan idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerektiği belirtilmiştir. Temel hak ihlallerini öncelikle yargılama makamlarının gidermekle yükümlü olması, kanun yollarının tüketilmesi koşulunu zorunlu kılar (bazı farklarla birlikte bkz. Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, §§ 19, 20; Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 26).
- Başvuru yollarının tüketilmesi gereğinden söz edilebilmesi için öncelikle hukuk sisteminde, hakkının ihlal edildiğini iddia eden kişinin başvurabileceği idari veya yargısal bir hukuk yolu öngörülmüş olmalıdır. Ayrıca bu hukuk yolunun iddia edilen ihlalin sonuçlarını giderici, etkili ve başvurucu açısından makul bir çabayla ulaşılabilir nitelikte ve sadece kâğıt üzerinde kalmayıp fiilen de işlerliği olmalıdır. Olmayan bir hukuki yolun tüketilmesi başvurucudan beklenemeyeceği gibi hukuken veya fiilen etkili bulunmayan, ihlalin sonuçlarını düzeltici bir vasıf taşımayan veya aşırı ve olağan olmayan birtakım şeklî koşulların öngörülmesi nedeniyle fiilen erişilebilir ve kullanılabilir olmaktan uzaklaşan başvuru yollarının tüketilmesi zorunluluğu yoktur (Fatma Yıldırım, B. No: 2014/6577, 16/2/2017, § 39). Bununla birlikte norm düzeyinde makul bir başarı sunma kapasitesi bulunan bir yolun uygulamada başarıya ulaşmayacağına dair şüphe, o başvuru yolunun tüketilmemesini haklı kılmaz (Sait Orçan, B. No: 2016/29085, 19/7/2017, § 36).
- Başvurucunun başvuru yollarının tüketilmesi noktasında kendisinden beklenebilecek her şeyi yerine getirip getirmediğinin başvurunun özellikleri dikkate alınarak incelenmesi gerekir (S.S.A., B. No: 2013/2355, 7/11/2013, §§ 27, 28). Ancak somut olayın koşulları itibarıyla başvuru yollarının tüketilmesinin yarar sağlamayacağının veya etkili olmadığının anlaşılması hâlinde anılan yollar tüketilmeden yapılan bir başvuru incelenebilir (Şehap Korkmaz, B. No: 2013/8975, 23/7/2014, § 33). Öte yandan başvuru yollarının tüketilmesi, çok katı olarak uygulanması gereken mutlak bir kural değildir. Teorik düzeyde var olan bir başvuru yolunun tüketilmesinin somut olayın koşullarında başvurucuya aşırı külfet yüklemesi hâlinde bu yolun tüketilmesinin gerekli olmadığına karar verilebilir (Rasul Kocatürk [GK], B. No: 2016/8080, 26/12/2019, § 38).
- Başvurucunun temel şikâyetinin taşınmazının kamulaştırılan kısmı yola terk edilip İdare adına tescil edilmesine rağmen kamulaştırma sebebiyle kullanılamaz durumda kalacağı yargılama makamlarının kabulünde olan yapıların bedelinin kendisine ödenmemesi olduğu vurgulanmalıdır. Diğer bir anlatımla başvurucu, kamulaştırma işleminin kamulaştırma bedelinin tamamı kendisine ödenmeden tamamlanması sebebiyle taşınmazına el atıldığından yakınmakta olup bunun dışında taşınmazının kısmen kamulaştırılmasını şikâyet konusu yapmamıştır. Öte yandan başvurucu, yola terk edilerek İdare adına tescil edilen taşınmazın bedelinin -kamulaştırma sebebiyle kullanılamaz duruma geldiği yargılama makamlarınca tespit edilen yapıların bedeli hariç- kendisine ödenmediğini de iddia etmemiştir. Şu hâlde şikâyet konusu olmayan kamulaştırma konusu taşınmazın başvurucuya iadesi sonucunu doğurabilecek nitelikteki tapu iptali ve tescil davasının başvurucunun şikâyetinin özü itibarıyla anlam ifade etmeyeceği açıktır. Ayrıca kamulaştırma işlemine bir itirazı olmayan ancak kamulaştırma bedeline kamulaştırma işlemi sebebiyle kullanılmaz durumda kaldığı tespit edilen yapıların bedelinin dâhil edilmesini talep eden başvurucudan yeni bir dava açmasının beklenmesi kendisine aşırı bir külfet yüklenmesine sebebiyet verebilir.
- Yukarıda yer verilen içtihattan anlaşıldığı üzere kamulaştırma bedeli ve tescil davalarında mahkeme tarafından tespit edilen kamulaştırma bedelinin verilen süre içinde depo edilmemesi hâlinde davanın reddine karar verilmektedir (bkz. § 28). Somut olayda kamulaştırma bedeli ve tescil davası, İdarenin tespit edilen kamulaştırma bedelini yatırmaması nedeniyle reddedilmiştir. Bu hâlde mevcut kanuni düzenlemelere ve Yargıtay içtihadına göre İdarenin kamulaştırma bedelini yatırmaması nedeniyle davanın reddine karar verildiği dikkate alındığında temyiz talebinin başvurucunun şikâyetini oluşturan kamulaştırma sebebiyle kullanılamaz duruma geldiği kabul edilen yapıların bedelinin ödenmesi yönünden herhangi bir etkisinin olmadığı açıktır. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Mahkemenin davanın reddine yönelik kararını temyiz etmesinin zorunlu olmadığı görülmüştür.
- 2942 sayılı Kanun’un 12. maddesinin beşinci fıkrasında bir kısmı kamulaştırılan taşınmazdan artan kısmın yararlanmaya elverişli olmaması durumunda malikin en geç kamulaştırma kararının tebliğinden itibaren otuz gün içinde yazılı başvuruda bulunması hâlinde bu kısmın da kamulaştırılması gerektiği düzenlenmiştir (bkz. § 27). Somut olayda yargılama makamlarınca kısmi kamulaştırma sebebiyle kamulaştırma koridoruna sınır konumunda bulunan yapıların kullanılamayacağının tespit edildiği ve bu sebeple yapı bedellerinin de kamulaştırma bedeline dâhil edilmesi gerektiğinin kabul edildiği anlaşılmakla birlikte taşınmazın kamulaştırılmayan kısmının yararlanmaya elverişli olmadığına yönelik bir tespitte bulunulmadığı görülmüştür (bkz. § 20). Bu hâlde başvurucunun 2942 sayılı Kanun’un 12. maddesinin beşinci fıkrası kapsamında İdareye başvuruda bulunmasına gerek olmadığı değerlendirilmiştir.
- Öte yandan 2942 sayılı Kanun’un 10. maddesinin birinci fıkrası gereği kamulaştırmanın satın alma usulüyle yapılamaması hâlinde idare tarafından kamulaştırma bedel ve tescil davası açılması gerekmektedir. Anılan maddenin sekizinci fıkrasında idarenin mahkemece kamulaştırma bedeli olarak tespit edilen bedeli belirlenen hesaba yatırılmasıyla birlikte kamulaştırma bedel ve tescil davasına yönelik yargılamanın tamamlanacağı öngörülmektedir. Kamulaştırma bedel ve tescil davalarının mahiyeti gereği idarece kamulaştırma bedeli olarak tespit edilen bedelin gösterilen hesaba yatırılmaması durumunda başta taşınmaz maliki olmak üzere davalı olarak gösterilen hak sahipleri tarafından yargılamaya devam edilmesinin mümkün olmadığı anlaşılmıştır.
- Açıklanan gerekçelerle başvurucunun başvuru yollarını tükettiği kabul edilmiştir.
- Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Mülkün Varlığı
- Anayasa’nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Somut olayda kamulaştırılan taşınmaz, kamulaştırma işleminden önce başvurucunun mülkiyetinde bulunduğundan mülkün varlığı noktasında tartışma bulunmamaktadır.
ii. Müdahalenin Varlığı ve Türü
53. Anayasa’nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa’nın mülkiyet hakkına müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa’nın 35. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu belirtilmek suretiyle mülkten barışçıl yararlanma hakkına yer verilmiş; ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında genel olarak mülkiyet hakkının hangi şartlarda sınırlanabileceği belirlenerek aynı zamanda mülkten yoksun bırakmanın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa’nın diğer bazı maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, §§ 55-58).
54. Anayasa Mahkemesinin çok sayıda kararında da belirtildiği üzere taşınmazın kamulaştırılması mülkten yoksun bırakma niteliği taşımaktadır (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 32; AYM, E.1988/34, K.1989/26, 21/6/1989; E.2011/58, K.2012/70, 17/5/2012). Somut olayda benzer şekilde taşınmazın kamulaştırılarak İdare adına tesciline karar verilmesi başvurucunun mülkten yoksun kalması sonucunu doğurmuştur. Davanın sonradan reddedilmiş olması da ilk karardan sonra idare adına yapılmış olan tescili ortadan kaldırmamıştır. Diğer bir ifadeyle davanın reddedilmesinden sonra da taşınmaz idare adına tescilli kalmaya devam etmiştir. Dolayısıyla somut olaydaki müdahalenin mülkten yoksun bırakmaya ilişkin ikinci kural çerçevesinde incelenmesi gerekir.
iii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
- Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
- Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa’nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa’ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, Anayasa’nın sözüne aykırı olmaması, kamu yararı amacı taşıması ve ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (bazı farklarla birlikte bkz. Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62).
(1) Genel ilkeler
- Anayasa’nın 46. maddesinde öngörülen kamulaştırma, Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkına getirilmiş anayasal bir sınırlamadır. Bu itibarla 46. maddede belirtilen kamulaştırmanın anayasal ögelerine uygun bir düzenleme 35. maddeye bir aykırılık oluşturmayacaktır. Kamulaştırma, Anayasa’da özel mülkiyetin kamuya geçirilmesi konusunda başvurulabilecek bir yöntem olarak düzenlenmiş olup bir taşınmaz üzerindeki özel mülkiyet hakkının malikin rızası olmaksızın kamu yararı için ve karşılığı ödenmek kaydıyla devlet tarafından sona erdirilmesidir (AYM, E.2017/110, K.2017/133, 26/7/2017, §§ 12, 15).
- Anayasa’nın kamulaştırmayı düzenleyen 46. maddesine göre devlet ve kamu tüzel kişileri tarafından yapılabilmesi, kamu yararının bulunması, kamulaştırma kararının kanunda gösterilen esas ve usullerine uyulması, gerçek karşılığın kural olarak peşin ve nakden ödenmesi kamulaştırmanın anayasal ögeleridir. Temel unsurunun kamu yararı olduğu kabul edilen kamulaştırma, özel mülkiyet alanına devletin bir müdahalesidir. Kamulaştırma işlemi, taşınmaza el koymaya zorunlu kalındığında kamu yararının özel mülkiyet hakkından üstün tutulduğu durumlarla sınırlı olarak ve Anayasa’da belirlenen usul güvenceleri izlenerek yapıldığında hukuka uygun sayılır (AYM, E.2017/110, K.2017/133, 26/7/2017, § 11).
- Anayasa’nın 13. maddesinde temel hak ve hürriyetlere yönelik sınırlandırmaların Anayasa’nın sözüne aykırı olamayacağı hükme bağlanmıştır. Buna göre Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması ölçütlerinden biri de Anayasa’nın sözüne uygunluktur. Anayasa Mahkemesi, somut olaya uygun düştüğü takdirde kamu gücünü kullanan organların temel hak ya da özgürlüklere yaptıkları müdahalelerin Anayasa’nın sözüne uygun olup olmadığını da değerlendirir. Böyle bir değerlendirme yapılması, Anayasa’nın 13. maddesinin emredici hükmünün bir gereğidir (Kadri Enis Berberoğlu (2) [GK], B. No: 2018/30030, 17/9/2020, § 68; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, § 79).
- Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan “Anayasa’nın sözü” ifadesi Anayasa’nın metnini yani lafzını ifade etmektedir. Temel hak ve özgürlüklere yapılan müdahalelerin Anayasa’nın sözüne uygun olması şartı özellikle Anayasa’nın çeşitli maddeleriyle getirilen ek güvenceler söz konusu olduğunda önem taşımaktadır. Anayasa, çoğu durumda bir hak veya özgürlüğü yalnızca tanımakla yetinmeyerek onun kullanılmasını garanti altına almak için bazı yönlerini ayrıca vurgulayarak veya bazı yönlerine belli bir önem atfederek koruma altına alır. Anayasa koyucunun bir hakkı tanımanın yanında o hakkın norm alanına giren bir boyutunu ayrıca ve özel olarak ifade etmesi, buna ilişkin ek bir güvence getirmesi de mümkün olabilmektedir (Kadri Enis Berberoğlu (2), § 69; Kadri Enis Berberoğlu (3), § 79).
- Anayasa’nın 46. maddesinin birinci fıkrasında kamulaştırmanın taşınmazın gerçek karşılığının ödenmesi şartıyla kullanılabilecek bir yetki olduğu hükme bağlanmıştır. Gerçek karşılığının ödenmesi Anayasa’nın 46. maddesiyle maliklerin lehine olarak getirilen özel bir güvence mahiyetindedir. Dolayısıyla taşınmazın gerçek karşılığı ödenmeden yapılan kamulaştırma işlemleri Anayasa’nın 46. maddesinin birinci fıkrasındaki gerçek karşılığın ödenmesi güvencesinin yanı sıra peşin ödeme güvencesine de aykırı olacaktır (bazı farklarla birlikte bkz. Kübra Yıldız ve diğerleri [GK], B. No: 2018/32734, 28/7/2022, § 61). Öte yandan Anayasa’nın 46. maddesinin ikinci fıkrasında kesin hükme bağlanan artırım bedelinin nakden ve peşin olarak ödenmesi gerektiği belirtilmiş böylece kesin hükme bağlanan artırım bedeli yönünden de nakden ve peşin olarak ödenme güvencesi getirilmiştir. Kesin hükme bağlanan artırım bedeli taşınmazın gerçek karşılığının bir unsurudur. Anayasa’nın 46. maddesinin birinci fıkrasında gerçek karşılığın peşin ödenmesinden bahsedildikten sonra ikinci fıkrasında kamulaştırma bedeli ile kesin hükme bağlanan artırım bedelinin peşin ödenmesi gerektiği düzenlenerek gerçek karşılık güvencesi açıklanmıştır.
- Gerçek karşılığın ödenmesi aynı zamanda ölçülülük ilkesinin de bir gereğidir. Kamulaştırma suretiyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerde, hedeflenen kamu yararı ile malikin bireysel yararı arasında gözetilmesi gereken adil denge ancak malike taşınmazın gerçek karşılığının peşin ödenmesi suretiyle sağlanabilir. Diğer bir ifadeyle kamulaştırma suretiyle mülkiyet hakkına müdahalede bulunulan durumlarda malike taşınmazın gerçek karşılığının peşin olarak ödenmesi, müdahaleyle malike yüklenen aşırı külfetin telafi edilmesini temin eden temel bir araçtır. Anayasa’nın 46. maddesinin birinci fıkrasında gerek kamulaştırmada gerekse idari irtifak kurulmasında taşınmazın gerçek karşılığının ödeneceği hükme bağlanmakla kamu yararı ile malikin menfaatleri arasındaki dengeyi kuracak bedelin taşınmazın gerçek karşılığı olduğu ifade edilmiştir. Buna göre kamulaştırmanın anayasal ögelerinden biri gerçek karşılık olduğundan kamulaştırılan taşınmazın bedeline dair yasal düzenlemelerin Anayasa’da öngörülen gerçek karşılık ölçütüne uygun olması gerekmektedir. Buna göre kamulaştırılan taşınmazın gerçek bedelinin malike ödenmesi, orantılılık ilkesinin bir gereğidir (bazı farklarla birlikte bkz. Kübra Yıldız ve diğerleri, § 62).
- Anayasa’nın 46. maddesine özel mülkiyette bulunan taşınmazların gerçek karşılıklarının nakden ve peşin olarak ödenmesi, anılan maddenin ikinci fıkrasında sayılan istisnai hâllerde taksitlendirme süresinin beş yılı aşamaması, taksitlendirmelerde ve herhangi bir sebeple ödenmemiş kamulaştırma bedellerinde kamu alacakları için öngörülen en yüksek faizin uygulanması kamulaştırma için belirtilen esaslardır (bazı farklarla birlikte bkz. AYM, E.2018/104, K.2020/39, 16/07/2020, § 188).
- Peşin ödeme güvencesi, gerçek karşılığın taksitli olarak ödenmemesinin ötesinde kamulaştırma bedeli ve kesin hükme bağlanan artırım bedelinden oluşan gerçek karşılığın en geç taşınmazın idare adına tescil edildiği tarihte ödenmesi gerektiğini ifade etmektedir. Dolayısıyla Anayasa’nın 46. maddesinde belirtilen kamulaştırmanın anayasal ögelerine uygun bir kamulaştırma işleminden bahsedilebilmesi için taşınmazın gerçek karşılığının ve kesin hükme bağlanan artırım bedelinin yalnızca tek seferde ödenmesi yeterli olmayıp bu ödemenin en geç taşınmazın İdare adına tescil edildiği anda yapılması gerekmektedir. Bu bağlamda Anayasa’nın 46. maddesinde yer alan taksitlendirme hâlleri bulunmamasına rağmen kamulaştırma bedeli ve kesin hükme bağlanan artırım bedelinden oluşan gerçek karşılığın taşınmazın mülkiyetinin idareye geçtikten sonra ödenmesi peşin ödeme güvencesine aykırılık oluşturacaktır.
(2) İlkelerin Olaya Uygulanması
- Somut olayda İdare tarafından başvurucunun taşınmazının 439,68 m²lik kısmının yol ve emniyet sahası inşa edilmesi amacıyla kamulaştırılmasına karar verilmiştir. İdare başvurucuya karşı kamulaştırma bedeli ve tescil davası açmış, Mahkeme tescil hükmü bakımından kesin olmak üzere davanın kabulüyle taşınmazın kamulaştırılan kısmının başvurucu adına olan tapu kaydının iptali ile İdare adına tesciline ve İdare tarafından yatırılan kamulaştırma bedelinin başvurucuya ödenmesine karar vermiştir. Devam eden süreçte Daire nihai olarak başvurucunun kamulaştırma sebebiyle kullanılamaz durumda kaldığını iddia ettiği yapıların kullanılmasının hayati tehlike doğurduğuna vurgu yaparak kamulaştırma bedelinin yapıların değeri de dâhil edilmek üzere belirlenmesine hükmetmiştir. Mahkemece Dairenin bozma kararı doğrultusunda anılan yapıların bedeli dikkate alınarak tespit edilen kamulaştırma bedelini bankaya yatırmak üzere İdareye süre verilmiş, kamulaştırma bedelinin süresinde yatırılmaması üzerine davanın reddine karar verilmiştir.
- Başvurucu, mahkeme kararının tebliğiyle birlikte temyiz yoluna başvurmadan bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun şikâyetinin temeli kamulaştırma bedelinin tam olarak kendisine ödenmemesine ilişkindir.
- Anayasa’nın 46. maddesinde devlet ve kamu tüzel kişilerinin özel mülkiyette olan taşınmazlarının ancak kamu yararının gerektirdiği hâllerde ve gerçek karşılıkları peşin ödenmek suretiyle kanunla gösterilen esas ve usullere göre kamulaştırabileceği hükme bağlanmış ve ödeme yöntemi hakkında da bazı güvenceler öngörülmüştür. 2942 sayılı Kanun’un 1. maddesinde de benzer ifadelere yer verilmiş; devlet ve kamu tüzel kişilerince kamulaştırma sırasında yapılacak işlemler, kamulaştırma bedelinin hesaplanması, taşınmaz malın ve irtifak hakkının idare adına tescili, kullanılmayan taşınmaz malın geri alınması, idareler arasında taşınmaz malların devir işlemleri, karşılıklı hak ve yükümlülükler ile bunlara dayalı uyuşmazlıkların çözüm usul ve yöntemleri düzenlenmiştir. Bu düzenlemeler incelendiğinde kanun koyucu bir yandan kamu yararının gerekleri doğrultusunda gerçek ve özel hukuk tüzel kişilerinin mülkiyetinde bulunan taşınmaz malların kamulaştırılmasına imkân tanımış, diğer yandan ise mülkten yoksun bırakmaya yol açan kamulaştırma işlemlerini mülkiyet hakkına ağır bir müdahale görerek bu işlemlere maruz bırakılanları ayrı anayasal ve yasal güvencelerle korumuştur. 2942 sayılı Kanun’a göre kamu yararı ve kamulaştırma kararlarının alınmasından sonra ilk yapılacak iş maliklerle pazarlık görüşmesinde bulunulmasıdır. Maliklerle uzlaşılması durumunda süreç tamamlanacak ancak uzlaşma sağlanamaması hâlinde bu defa idareler tarafından adli yargı mahkemesinde bedel tespiti ve tescil davası açılacaktır. Adli yargı mahkemesince 2942 sayılı Kanun hükümlerine göre belirlenen bedelin idareler tarafından depo edilmesi üzerine idareler adına kesin olarak tescil kararı verilmektedir. 2942 sayılı Kanun’un 25. maddesine göre tescil kararı ile birlikte taşınmazların mülkiyeti idareye geçmektedir (bazı farklarla birlikte bkz. Ali Kömürcü ve diğerleri [GK], B. No: 2019/2890, 25/10/2023, § 89).
- 4650 sayılı Kanun’la 2942 sayılı Kanun’da 2001 yılında yapılan değişikliklerle düzenlenen yeni kamulaştırma usulünde kamulaştırılan taşınmazların objektif esaslara göre gerçek bedelinin nakden ve peşin olarak ödenmesiyle birlikte kamu yararı amacının gerçekleşmesini sağlayacak doğrultuda hızlı ve sağlıklı şekilde kamulaştırılma işleminin tamamlanması amaçlanmıştır. Bu amaç doğrultusunda kamulaştırma bedelinin çoğunlukla idare bünyesinde görev yapan kişiler yerine uzman bilirkişiler aracılığıyla mahkemeler tarafından belirlenmesi ve yargılama neticesinde tespit edilen kamulaştırma bedelinin hak sahibine ödenmek üzere bankaya yatırılmasıyla kamulaştırma işleminin sonuçlandırılması istenmiştir. Böylece hedeflendiği doğrultuda malikler taşınmazın gerçek karşılığının belirlenmesi için bedel artırım davası açma külfetinden kurtarılarak mahkeme tarafından objektif esaslara göre uzman bilirkişiler aracılığıyla belirlenen kamulaştırma bedelinin peşin olarak ödenmesiyle kamulaştırma konusu taşınmaz kamu yararı amacı doğrultusunda kullanılmak üzere idare adına tescil edilebilecektir (bkz. § 32).
- Kamulaştırma sürecine ilişkin bu yöntemde mahkemeler tarafından belirlenen kamulaştırma bedelinin idare tarafından depo edilmesiyle birlikte dava konusu taşınmazın idare adına tesciline ve kamulaştırma bedelinin hak sahibi kişiye ödenmesine karar verilmektedir. Mahkemelerin kamulaştırılan taşınmazın idare adına tesciline ilişkin hükmü 2942 sayılı Kanun’un 10. maddesinin sekizinci fıkrası gereği kesin nitelikte olup kanun yolu denetimine tabi değildir. Bu düzenlemeye göre bedel tespiti ve tescil davasında sadece kamulaştırma bedeli yönünden kanun yoluna başvurulabilmektedir. Uygulamada mahkemelerin dava konusu yapılan taşınmazın mülkiyetinin idareye devri sonucunu doğuran kesin nitelikteki tescil hükmünün ilgili tapu müdürlüğüne bildirilmesiyle kamulaştırılan taşınmazın idare adına tescili sağlanmaktadır. Böylece mahkeme kararıyla belirlenen kamulaştırma bedelinin taşınmazın gerçek değerini oluşturup oluşturmadığı kesin olarak tespit edilmeden taşınmazın mülkiyeti idareye geçmektedir. Kanun yolu incelemesinde belirlenen kamulaştırma bedelinin taşınmazın gerçek karşılığını yansıtmadığının ve daha fazla olması gerektiğinin anlaşılması hâlinde ise mevcut uygulamayla gerçek değeri malike ödenmeden taşınmazın mülkiyetinin idareye devri sonucu doğmaktadır. Diğer bir anlatımla kamulaştırma bedeli kesin olarak tespit edilip tamamı malike ödenmeksizin idare, taşınmazın mülkiyetini ve bu durumun doğal sonucu olarak taşınmazı kamulaştırma amacına uygun kullanma hakkını elde etmekte; malik ise mülkünü kaybetmektedir. Görüleceği üzere bu uygulama Anayasa’nın 46. maddesinde düzenlenen kamulaştırma bedeli ve kesin hükme bağlanan artırım bedelinden oluşan gerçek bedelin tek seferde ve en geç taşınmazın idare adına tescil edildiği anda ödenmesini gerektiren peşin ödeme güvencesine aykırı olarak taşınmazın mülkiyetinin idareye devri sonucunu doğurmaktadır.
- Öte yandan idarece mahkemenin kamulaştırma bedeli olarak tespit ettiği bedelin gösterilen hesaba yatırılmaması durumunda davanın reddine karar verilirken aynı zamanda taşınmazın tekrar malik adına tescil edilmesi gerektiği yönünde yargı içtihadı bulunduğu (bkz. § 29) ancak 2942 sayılı Kanun’da kamulaştırma bedeli olarak tespit edilen bedelin ödenmemesi durumunda taşınmazın tekrar ve malikin yeni bir dava açmasına gerek bırakmadan malik adına tescil edilmesini sağlayacak bir düzenlemeye yer verilmediği anlaşılmıştır.
- Somut olayda İdarenin açtığı kamulaştırma bedeli ve tescil davasında ilk olarak davanın kabulüne ve başvurucunun taşınmazının kamulaştırılan kısmının İdare adına tescili ile tespit edilen ve İdare tarafından bankaya yatırılan kamulaştırma bedelinin başvurucuya ödenmesine karar verilmiştir. 2942 sayılı Kanun’un 10. maddesinin sekizinci fıkrası gereğince kesin olan tescil hükmü gereği başvurucuya ait taşınmaz ifraz edilmiş, taşınmazın 36 parsel sayılı kısmının mülkiyeti başvurucu üzerinde bırakılmış, kamulaştırmaya konu 37 parsel sayılı taşınmaz yol vasfı ile İdare adına tescil edilmiştir. Devam eden yargılamada Daire tarafından kamulaştırma sonucunda kamulaştırılan alanın bitişiğinde kalan ve kamulaştırma koridorunun sınırında bulunan yapıların kullanımının hayati tehlike yaratması nedeniyle kullanılamayacağı belirtilmiş, bu sebeple kamulaştırma bedelinin yapıların bedeli dâhil edilmek suretiyle tespit edilmesi gerektiğine karar verilmiştir. Mahkeme en nihayetinde kamulaştırma sebebiyle kullanılamayacağı kabul edilen yapıların değeri dikkate alınarak tespit edilen kamulaştırma bedelinin İdarece depo edilmesine karar vermiş ancak bedelin İdarece depo edilmemesi üzerine davanın reddine hükmedilmiştir.
- Başvuruya konu davada başvurucunun kamulaştırılan taşınmazı Mahkeme kararıyla İdare adına tescil edilmiştir. Başvurucu; yargılama boyunca tescil kararı sonrasında kamulaştırma koridorunun sınırında kalan yapıların kullanılamadığını, mevcut durum itibarıyla da yapıların kullanılmasının hayati risk teşkil ettiğini ileri sürmüştür. Başvurucunun anılan iddiaları ve Dairenin kamulaştırma sebebiyle yapıların kullanılamayacağı yönündeki tespiti dikkate alındığında kamulaştırılan taşınmazın İdare tarafından fiilen kullanıldığı ancak kamulaştırmada gerçek bedelin tam olarak ödenmediği anlaşılmıştır. Sonuç olarak yapı bedellerini de içeren taşınmazın gerçek karşılığı tescil hükmünden önce tespit edilip ödenmeksizin, diğer bir deyişle Anayasa’nın 46. maddesinin birinci fıkrasında yer alan peşin ödeme güvencesi yerine getirilmeksizin başvurucu mülkiyet hakkının kendisine sağladığı korumadan mahrum bırakılmıştır. Dolayısıyla başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin Anayasa’nın 13., 35. ve 46. maddeleri çerçevesinde Anayasa’nın sözüne uygunluk ölçütünü karşılamadığı sonucuna ulaşılmıştır.
- Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
- Başvurucu, yargılamanın uzun sürmesinden yakınmıştır.
- Anayasa Mahkemesi, olay ve olguları somut başvuru ile benzer nitelikte olan Veysi Ado ([GK], B. No: 2022/100837, 27/4/2023) kararında uygulanacak anayasal ilkeleri belirlemiştir. Bu çerçevede Anayasa Mahkemesi 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun’un geçici 2. maddesinde 28/3/2023 tarihli ve 7445 sayılı Kanun’un 40. maddesi ile yapılan değişikliğe göre 9/3/2023 tarihi (bu tarih dâhil) itibarıyla derdest olan, yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı iddialarıyla yapılan başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı neticesine varmıştır.
- Somut başvuruda, anılan kararda açıklanan ilkelerden ve ulaşılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır. Dolayısıyla makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik nedenleri incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
VI. GİDERİM
- Başvurucu, ihlalin tespit edilmesi ile maddi ve manevi tazminata hükmedilmesi talebinde bulunmuştur.
- Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna göre ihlal; idari eylem ve işlemlerden, yargısal işlemlerden veya yasama işlemlerinden kaynaklanabilir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
- Mevcut başvuruda ihlalin kanundan kaynaklandığı tespit edilmiştir. Kanundan kaynaklanan ihlal durumunda giderim yöntemi olarak iki seçenek öne çıkmaktadır. Bunlardan ilki Anayasa Mahkemesinin Sabri Uhrağ ([GK], B. No: 2017/34596, 29/12/2020) kararında uygulanan eski hâle getirme kuralı çerçevesinde kanuni düzenleme yapılması hususundaki keyfiyetin TBMM’ye bildirilmesidir. İhlalin giderimini sağlayabilecek bir diğer yöntem ise Anayasa Mahkemesinin Hulusi Yılmaz ([GK], B. No: 2017/17428, 1/12/2022) kararında benimsenmiştir. Anayasa Mahkemesi ihlalin kanundan kaynaklandığı hâllerde giderimin ne şekilde yapılacağı ile ilgili olarak anılan kararlarda ilkeleri tespit etmiştir.
- Bu çerçevede Anayasa kurallarının bağlayıcılığını düzenleyen Anayasa’nın 11. maddesi ve hâkimin öncelikle Anayasa kurallarını dikkate alarak uyuşmazlıkları çözmesini emreden Anayasa’nın 138. maddesi hâkimin Anayasa’ya uygun karar vermesini zorunlu kılmaktadır. Bu bağlamda Anayasa’nın 152. maddesi de hâkime davada uygulayacağı kanun hükmünün Anayasa’ya uygun olup olmadığını inceleme görevi yüklediğine dikkati çekmek gerekir. Ancak somut olayda bireysel başvuru öncesi yapılan yargılama sırasında olağan yargı yerleri, Anayasa’nın 152. maddesi kapsamında davanın esasını doğrudan etkilediği anlaşılan kanun hükmünün Anayasa’ya aykırılığı yönünde bir itiraz başvurusunda bulunmamıştır. Bununla birlikte yeniden yapılacak yargılamada anılan Anayasa hükmü çerçevesinde davada uygulanacak kanun hükmünün Anayasa’ya aykırılığı yönünde itirazda bulunulabilmesi mümkündür (bazı farklarla birlikte bkz. Hulusi Yılmaz, §§ 65, 66).
- Sonuç olarak anılan Anayasa hükümlerine göre mevcut başvuru bakımından mülkiyet hakkının ihlalinin ve sonuçlarının giderilmesi amacıyla aşağıda belirtilen tedbirlerin uygulanması gerekir:
– Bireysel başvurunun amacına ve işlevine uygun şekilde, benzeri ihlallerin de önüne geçilebilmesi amacıyla kanuni düzenleme yapılması hususundaki keyfiyetin TBMM’ye bildirilmesine karar verilmesi gerekir. Anayasa’nın 46. maddesi gereği taşınmazın gerçek karşılığına tekabül etmesi gereken kamulaştırma bedelininpeşin ödenmesi güvencesine uygun olarak ödenmesinin sağlanması yönünde tedbirlerin ve düzenlemelerin gerçekleştirilmesinin önemi olduğu açıktır.
– Anayasa’nın 152. maddesi uyarınca Anayasa’ya aykırı olan kanun hükmünün iptali için Anayasa Mahkemesine başvurulmasının sağlanması amacıyla yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğu sonucuna varılmıştır. Bu sebeple yeniden yargılama yapılması için kararın bir örneğinin Çarşamba 1. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
- Öte yandan ihlalin niteliğine göre yeniden yargılama yapılmasının yeterligiderim sağlayacağı anlaşıldığından başvurucunun tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekmektedir.
- Dosyadaki belgelerden tespit edilen 446,90 TL harç ve 30.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 30.446,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VII. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Çarşamba 1. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2017/481, K.2020/107) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. Kanundan kaynaklandığı tespit edilen sorunun çözümü için keyfiyetin Türkiye Büyük Millet Meclisine BİLDİRİLMESİNE,
F. 446,90 TL harç ve 30.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam30.446,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
G. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 21/11/2024 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.